
Ermenistan, Azerbaycan ve İran sınırlarından, Iğdır’dan, Ağrı’dan, Kars’tan, Doğu Beyazıt’tan hepinize selamlar, sevgiler.
Özel yaşantımı sosyal ağlarda paylaşmamaya hep özen göstermişimdir. Fakat Doğu illerinin büyülü güzelliğini anlatırken, geliş nedenimi de özellikle yüzleri aşan aramalarla ve mesajlarla geçmiş olsun diyen yakın dostlarıma teşekkür etmek amaçlı açıklamak zorundayım. Çünkü tek tek gelen aramaları ve mesajları yanıtlamaya fırsat bulamadım.
İki yavrumun babası, geçmişte 15 yıllık hayat arkadaşım, ayrılığımızdan bu yana en yakın dostum, sırdaşım, ikinci kalp krizini geçirdi ve düşüp kaburgalarını kırdı.
İlk haberi aldığımızda kızımın akıttığı her gözyaşı benim yüreğimin orta yerine bıçak gibi saplandı.
“Anne, babam hiç iyi değil” dediğinde, sanki zaman durdu. Gerçekten öyle hissedip, farkına varmadan duvarda asılı duran saate, akrep ve yelkovana bakmıştım.
Güçlü olmalıydım. Çocuklarım için çok güçlü olmalıydım. Saat çalışıyor, akrep ve yelkovan bizim için dönüyordu.
Hemen uçak biletimi alıp, Van’da soluğu aldım. Doğu’da Doktorluk yapan çocuklarımın babasının yanına ulaşmak için Van’dan sonra üç saat daha yolum vardı. Onun acılarını nasıl dindiririm diye düşünüyor, olası kötü bir durumda çocuklarımın kahroluşunu düşündükçe yol boyu sessiz sessiz ağlıyordum.
Hastaneye gittiğimde sevgi dolu personel beni içten kucaklarcasına karşıladılar ve Doktor beyin odasına götürelim sizi dediler. Odaya girdiğimde durumu çok kötü olan yoldaşım, beni görünce gülümsedi ve iyiki geldin diyebildi.
Çok ağrıları vardı. Nefes alıp vermekte zorluk çekiyordu. Sürekli acıdan inliyor, acıları dinsin diye uyutuluyordu. Bir süre sonra uyandı. Ben ona evde bakabileceğimi söylediğimde, gözlerindeki pırıltıyı gördüm. Evine gitmek istiyordu, çok mutlu oldu.
Bugün Doğu’ya gelişimin dokuzuncu günü. Dün Doktor beyi ayağa kaldırdım. Bugün çok daha iyiydi. “Biraz daha iyiysen seni arabaya bindirip gezdireceğim, güneşi ve bu güzelim oksijeni solumanı istiyorum. Ağrı Dağının başına toplanan bulutları dağıtalım birlikte, dağ da güneşine kavuşsun” deyince, gülmeye başladı. “Ayrılığı tercih etmene hiç ama hiç kızamıyorum. Senin sevgilin de, hayat arkadaşın da edebiyattı ve ucu geldi bana dokundu. En güzel sözleri toplumsallaştırmak için ürettin ve ben o toplumun sana yakın, hem de en yakın bireyiyim. İki yavrum ve ben gerçekten şanslıyız, dostluğu, sevgiyi, emeği, insanları artısıyla eksisiyle kucaklamayı öğrettin” dedi. Bu güzel sözlerden sonra nasıl mutlu olduğumu anlatamam. En büyük ödül bu oldu bana.
Yol boyu acısıyla, tatlısıyla geçmiş anılardan bahsettik. Kahkahalar attık söyleştik. Vardık İshak Paşa Sarayına… Adım adım dolaştık.
Beni büyük bir sürpriz bekliyordu.
Çocuk yaşta okuduğum Memu Zin’in yazarı Kürk Edebiyatının unutulmaz efsane ismi Ehmedê Xanî’nin ( Ahmedi Hani) istirahatgâhına gittim. Ona ve eserlerine hayrandım. Orada gözyaşlarımı tutamadım. Dokunduğu duvarlara dokundum. Bastığı yerlere bastım. İzlediği gökyüzünü seyre daldım. İran illerine, Ermenistan’a, Azerbaycan’a el ettim, “Doğuya Mem ile Zin gibi sevdalandım” diye bağırdım. Yaptım bunları. Orada yüreğimi Ehmedê Xanî’ye bıraktım ve bedenimi savurdum yollara.
Bu hafta Doktor beyde artık sağlığına kavuştu. Yüzü gülüyor. Çocukların hamisi olarak görevimi seve seve yerine getirdim. Getirmeliydim de. Çünkü on beş yıl emek verdik, ekmeğimizi bölüştük. İyi günde kötü günde birbirimize destek olup, kinden nefretten uzak, dostlukta, sevgide buluştuk. İlle de ahtı vefa dedik.
Doğu illerinden bize kucak açanlara, başta ailem olmak üzere bu süreçte bir an bizi telefonla yalnız bırakmayan Murat Sincar’ıma, geçmiş olsun mesajları yazan ve adını tek tek yazamadığım can dostlarıma binlerce kez teşekkür ederim.
Hoşçakalın, sevgiyle kalın.
Bi evînê bimîne