Türkiye’nin yönetilemediği artık çok açık olarak görülmektedir. Bir yandan ekonomik, diğer yandan siyasi kriz. Açlık ve yoksulluk sınırının hesabını matematik işlemi kullanarak yapmayı geçtik. Bu ülkede 13 milyon emekli, 15 milyonda kayıtlı çalışan var. Bunların yanında bir de asgari ücretle iş bulamadığı için çok daha düşük ücretle çalışanlar var. Hiç iş bulamadığı için başkalarının yardımı ile yaşamaya çalışanları da unutmayalım! Bu veriler ışığında kaba taslak bir hesap yapacak olursak, 35-40 milyon gibi bir rakama ulaşıyoruz. Yani nüfusumuzun yarıya yakının açlığa direnerek ayakta kalmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Durum böyleyken her siyasi parti veya sorumluluk sahibi her vatandaş elini taşın altına koymak zorundadır. Hukuk ayaklar altına alınmış, halk adaletten umudunu kesmiş! Eğitim bitmiş; okullar siyasal islamın ve tarikatların medresesine dönüşmüş! Öğrenci yurtlarında ve sözde Kuran kurslarında çocuk tecavüzleri ayyuka çıkmış! Kadın cinayetlerinin olmadığı bir tek gün dahi geçmiyor! Devletin polisi, iktidarın sopasına dönüşmüş, özerk üniversitelere baskınlar düzenleyerek öğrencileri darp etmekte, anayasal bir hak olan gösteri ve yürüyüş yapma hakkına mani olmaktadır! Devletin her kademesinde çığ gibi büyüyen yandaşlık ve yolsuzluk, ülkede en az Covid-19 kadar tehlikeli ve salgın bir hal almıştır!
Tek adam olarak ülkeyi iyi yönettiğine inanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ihtişamlı sarayında Lale Devri’ni yaşarken gerçekleri görmemektedir. Tek adam olma yetkisiyle gerçeklerden o kadar uzaklaşmış ki; kendini Türkiye’nin sahibi, vatandaşı da maraba yerine koyuyor. Cuma namazı için gittiği kutsal mekanlarda mikrofonu eline alıp, sanatçılara “dilini kopartırız” diye tehditler savurmaktadır.
Aslında 20 yıldan beri mafya ve tarikat odaklarının koalisyonuna dönüşen AKP İktidarının suç ortakları, bugünün muhalefetinden başkası değil. Millet ittifakı bileşenlerinden İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, 1997’de Doğru Yol Partisi’nden İçişleri Bakanlığı yaptı. Kendisinin zamanında görülmeye başlanan Susurluk Davası’nın üstünün örtülmesine göz yumdu, deliller yok edildi. Akşener, 5 dönem milletvekilliği ve içişleri bakanlığının yanı sıra, 2007-2011 yılları arasında 4 yılda MHP’den TBMM başkan vekili olarak görev yaptı. 2015 yılında görev süresi biten Akşener, partisi tarafından yeniden aday gösterilmeyince bayrak açtı. Kaybettiği mevkilerin acısıyla MHP genel başkanlığına aday oldu. Onu da başaramayınca, 2017 yılında İyi Parti’yi kurarak, CHP’nin yardımı ile meclise girmeyi başardı. O günden beri de muhalefet postunda iktidarı eleştiriyor.
Akşener ne MHP milletvekili olduğu dönemlerde, ne de TBMM başkan vekili olduğu dönemlerde iktidara hiçbir eleştiri getirmemiş, meclisin her kararına da imza atmıştır. Ama kendisine sorulsa her halde “benden sonrası talan” diyecektir.
Muhalefet rolü yapan Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’da Akşener’den çok farklı değiller. Ahmet Davutoğlu AKP iktidarının başından beri birçok makamlarda görev aldı. 2011-2015 genel seçimlerinde Konya milletvekili olarak meclise girdi. 2014-2016 yılları arasında AKP genel başkanı ve başbakanlık görevi yaptı. 2016 yılında görevinden istifa ettirilince, küskünler arasında yerini aldı. AKP içindeyken sahip olduğu makamların hatırına sesini çıkarmayan Davutoğlu, 2019 yılında “Gelecek Partisi” ni kurduktan sonra geriye dönük eleştirilere başladı. Ona da sorulsa “benden sonrası talan oldu” diyecektir…
Millet ittifakının bir diğer ayağı olan Saadet Parti Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ise; Sivas Belediye Başkanı olduğu 2 Temmuz 1993 yılında Madımak Otel’de yakılarak katledilen 35 alevi yurttaşın katliamının baş sorumlusu olarak hafızamızda ki yerini korumaktadır.
Her ne kadar basına yansımamış olsa da, Oğuzhan Asıltürk sağlığında, AKP-Saadet parti arasında mekik dokuyarak, her iki partiyi anlaştırmak için çaba sarf etmişti. Bu görüşmelerin Karamollaoğlu’nun bilgisi dışında gerçekleştiğini düşünmek, her halde saflık olur. Bana göre Oğuzhan Asıltürk’ün ölümünden sonra gerçekleşen, Cumhurbaşkanı ve Karamollaoğlu görüşmesi bu planın bir parçasıydı.
Yapı ve ideoloji olarak baktığımızda kendini “Cumhur İttifakı” olarak adlandıran iktidar koalisyonu ile, “Millet İttifakı”nın aynı sağ gelenekten gelen kök bileşenler olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Bir an için CHP’nin farklı bir yapıya sahip olduğunu düşünsek bile, günümüz koşullarında bu çok doğru bir tespit olmayacaktır. Çünkü CHP’nin kurucuları; padişahlığa ve gericiliğe karşı mücadele etmiş ve başlatmış oldukları Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyeti kurmuş liderlerdi. Halbuki günümüz CHP’si kuruluş felsefesinden o kadar uzaklaştı ki, şu anda Kurtuluş Savaşı’nda ki düşmanları ile ittifak ettiklerinin farkında bile değiller! CHP özellikle Kılıçdaroğlu döneminde sosyalist ve devrimci gibi kavramları kullanmaktan imtina etmiştir.
Her iki ittifakı analiz ettiğimizde, elimizde aynı tümelin kendi bileşenlerinden başka bir şey kalmıyor. Sözde muhalif gibi görünen bu liderlerin hiç biri, küskün oldukları partileri ile görüş ayrılığı yaşamamış, ellerinden alınan makamlar nedeniyle bir “küskünler havuz” oluşturmuşlardır.
Esasen asıl mesele seçmenin kendisidir. Bir ömür boyu yaşlı ve miadını doldurmuş siyasetçilerin peşinde dolaşmak yerine, yeterliliğe sahip taze siyasetçilere şans vermenin zorunluluk olduğunu anlamak zorundayız.
Artık siyasete devrimci ve sosyalistlerin ağırlığını koymasını bekliyoruz. Ama bunun içinde bütün Sosyalist Partilerin öz veride bulunması ve bir bütün olarak halkın karşısına çıkmaları gerekiyor.
Mustafa ERCAN