
Aşk, sana yazıyorum bu satırlar. Sana yazmam gerekiyor mu, bilmiyorum. Hatta sana niye yazdığımı da bilmiyorum. Ama yazıyorum, inatla yazıyorum, sanki çok şey değişecekmiş gibi, her şey yerli yerine oturacakmış gibi, belirsizlikler kaybolacak, kuşkular dağılacak, inanç tazelenecekmiş gibi yazıyorum.
Yazınca kendimi sana en yalın haliyle anlatabilecek miyim, sen beni içtenliğinle anlayabilecek misin onu da bilmiyorum, yazıyorum işte, niye yazıyorum demeden. Yazmak istiyorum, işte bunu biliyorum, yoksa niye yazayım değil mi, aklımı peynir ekmekle mi yedim, onca mektubu niye yazayım, onca tümceyi niye kurayım, kelimeleri niye uyumluca düzeyim değil mi ama? Hayat bilinmezliklerle dolu diye boşa denmemiş, bunlarda benim bilinmezliğim işte, neylersin! Hayatı güzelleştiren sadece bilinirlikler değildir, bilinmezliklerde hayatı güzelleştirir.
Yoksa neden kafa yorarız, neden koşarız peşinden. Sorular sorduran, çözüme yönlendiren bilinmezliğin verdiği heyecandır birazda, birazda başarı duygusunu tatmaktır, yaşamı kolaylaştırmaktır birazda.
Bilinmezliği bilinir kılmak yaşamı yaşanır hale getirmektir, tıpkı aşktaki bilinmezlikleri bilinir kılmaya çalışmak gibi. Aşkı aşktan çıkaran, içine kuşkuları sokan kavramların yanlış kullanımıdır aynı zaman da.
Her sevgiye aşk, her aşka da sevgi diyoruz. Mesela evlat sevgisini, Vatan sevgisini, toprak sevgisini, Tanrı sevgisini aşktan sayıyoruz, iki cins arasındaki her aşkı da sevgiden. Oysa her aşkta cinsellik vardır, sevgide bu yoktur.
Kavramlardır yaşamlarımıza şekil veren, yön veren, anlam katan. Doğada öteki canlılar gibi var olsaydık eğer, evrimleşmemiz farklı gelişmeseydi farkımız kalmayacaktı onlardan, doğada onlar gibi yaşamımızı sürdürecektik ve belki varlığımızı koruyamayıp nesli tükenen dinozorlar gibi soyu tükenen canlıların safına katılacaktık, kim bilir. O zaman sevgi olmayacaktı, aşk olmayacaktı, bilim olmayacaktı, buluşlar hiç olmayacaktı.
Binalar yapılmayacak, köprüler kurulmayacak, gökdelenler çıkılmayacak, hastaneler, ameliyatlar, otolar, uçaklar, gemiler olmayacaktı. Söz olmayacaktı, sanat olmayacaktı, düşünce, bellek, bilgi birikimi olmayacaktı. Aşkı güzelleştiren, insanı neşelendiren sevişmelerde olmayacaktı, cinsellik sadece üremek için yapılacaktı.
Peki, özel mülkiyet?
İnsanı hırsa boğan, acımasız ve aç yapan özel mülkiyette olmayacaktı. İnsan varlığı boyunca sadece güzeli üretmedi, hayatını karartacak çirkinliği de üretti. Aşkı üretti! Aşkı üreterek yaşamına estetik bir anlam kattı. İşte bu yüzden aşk birazda bilinmezliği bilinir kılmaktır, anlaşılmazlığı anlaşılır hale getirmektir. Sanattır aşk, eşitlenmedir.
İşte bu yüzden sana yazıyorum Aşk!
Yazmak insanlaşmaktır, meramını anlatmaktır. Bunlar bizim güzelliğimiz mi? Yoksa yanılsamalı bir güzellik mi yaşıyoruz? Bu soruyu da sormalı insan kendine, sormamazlık yapmamalı. Evrimleşmeden kalsaydık daha mı mutlu olurduk? Düşünce olmazdı, bilgi birikimi olmazdı, kavramlar olmazdı. Mesela sevgide, aşkta olmazdı. Dolayısıyla ihanetlerde, aldatmalarda, aşk cinayetleri de olmazdı, kimse kimseyi kıskanmaz, sadakat aranmaz, cinsellik sadece üreme için yaşanırdı.
Böyle daha mı mutlu olurduk?
De hadi söyle!