
Odamdayım…
Camın önünde kendim için kurduğum, sallanan sandalyem, ve küçük bir fiskosum, okumakta olduğum kitaplarımla, başucu lambam bana eşlik ediyor…
Arka fonda bir taş plak, okuduğum kitabı adeta yaşatıyor. Tüm kötü ve olumsuz düşüncelerim, odamın kapısı önünde nöbette…
Kafamı kaldırırsam Kitaptan, ve bir adım atsam kapıdan dışarı, her biri yıllarca aç kalmış timsahlar mışçasına bir parça olacak beterinden, ve ruhumdan…
Odamda kitabım, sandalyem, kahvem, başucu lambam ve Türk Sanat müziğimle güvendeyim. İnanılmaz bir huzurun istişamın da, kaybolmuş hissediyorum kendimi…
Cam kenarındaki, Menekşe ve sümbüllerimden güneş ışınları tüm odamı rengarenk bir ışıkla kaplıyor.
Bu o kadar inanılmaz ve güzel ki insanın ruhuna nakış nakış işleniyor…
Tüm bu yazdıklarıma inanamadınız, öyle değil mi? Ben de inanamıyorum bazen çünkü; bunlar benim hayal ettiğim şeyler…
Ama gerçekte olan şeyler, hiçbir hayata, hiçbir Hukuk’a, hiç bir bedene, hiçbir sevgiye, ve hiçbir nefrete sığmayacak kadar acımasız!
Ve bazen anlamakta güçlük çekiyorum hayatı, insanları ve bakış açılarını. Bir babanın anneye karşı yitirmiş olduğu saygınlık karşısında olan acizliğini… Bunun bedelini kendi ödeyeceği yerde, çocukları ve bir kadına ödetmesini anlayamıyorum.
Düşünüyorum…
Düşünüyorum…
Ama tüm bu olanları, açıklayabilecek bir neden bulamıyorum. İnsan kendi canından olan bir çocuğu, saatlerce işkence yaparak nasıl öldürebilir?
Unutmak istiyor insan yaşadıklarını, gördüklerini, ve duyduklarını…
Ama olmuyor…
Ruhları göğe adanmış olanlar, bedenlerindeki o küçücük gözbebeğine sığdırdı göğü…
Ve her acı soluk alış verişinde, denizi döktü yanaklarından boncuk boncuk…
Hayatın acımasızlığı, diz çöktürüyor adeta ve engel olamıyorsun. Ne içindeki duygulara, ne haykırışlara, ne de gözyaşlarına…
Ufacık bedenin, bir serçe bedenine sığıyor…
Buluta sığdım diyorsun, tam o sırada yağmur olup yağıyorsun…
Uçuyorsun bu kez başardım diyorsun, kör bir kurşunla kana beleniyor ufacık bedenin…
Yüzüyorsun… Karadan, havadan kaçıp geldiğin denizler de huzur vermiyor sana. Denizi aşıp, yeni bir hayata uzanırken ailenler, dalgalar alıp seni sürüklüyor bir kumsala…
Adını dünya haykırıyor da, ama sen duymuyorsun…
Sonra ne yaptımsa olmadı diyorsun…
Ve bir gün acımasızca kurban ediliyorsun…
Ama üzülme meleksin artık…
İstediğin kadar uçacak, istediğin kadar kaçacak, istediğin kadar yüzecek ve istediğin kadar güleceksin…
Özgürsün…