12 eylülü yaşamak » DevhaberDevhaber

6 Haziran 2023 - 19:35

12 eylülü yaşamak

Son Güncelleme :

13 Eylül 2020 - 14:34

266 views
12 eylülü yaşamak
Bir ağılı yılan yaz gecelerine
uyuklar,
Saman uğrusu altında uçsuz bucaksız özgür ve kedersiz,
Ve ben zindanda olsam da şimdi bir hikâyecinin serüveni gibi,
yalnızlığın yarattığı insan
olmak istemeyen,
Pamuk ameleleriyle uzanmış sırt üstü
Çukurova’da,
bağ bozumuna
yetişecekmiyimi
düşlüyorum,
yani uzun ve kahırlı
dönüşü
Toroslara…
Yani Dadal emmimin geçtiği katranağaçlı kalamıklı Uluçınar
yaylasını
bir de kengersakızı
çiğneyerek arabatlar üzerinde dağını nasıl aştığını…
Ağılı yılan saman altında uyuklarken geceleri,
Zindanda çocukluğumun uçurtmaları usumda,
özgürlüğüm düşlerde şimdi…
İSMAİL HAKKI ÖZTORUN  ( Kartal/Maltepe zindanları)  Eşine yazdığı mektup

İnsanoğlunun çocukluğunda yaşadığı önemli olaylar bilinçaltında saklıdır. Bu olaylar kötü veya iyi olarak yaşamlarını etkiler ve dönem dönem kişinin psikolojik travmalar geçirmesine sebep olur.
On iki Eylül sabahı yatağımdan uyandım. Duvarda ki saate baktım. Daha geceye çok var dedim kendi kendime, daha geceye çok!
Yine geçmişi hatırladım.
Sanki ocağımıza düşen ateş şimdi içime düşmüştü. Dönem dönem yaşardım bunu. Ama 12 Eylül tarihi ruhuma çentik atılmış derin bir yara. Kabuk bağlamıyor bir türlü!

Babaannem geldi gözümün önüne ve gözlerim dolu dolu oldu. Babaannem oğlunu genç toprağa vermenin acısıyla dizlerine vuruyor, kar gibi beyaz saçlarını yoluyordu. Bir anne için ne büyük acı evladını toprağa vermek! Oysa ki her gün ellerini göğe kaldırır; “yavrularım beni tepeliyerek gömsün” derdi.

12 Eylül darbesinde babam İsmail Hakkı Öztorun, dava arkadaşlarıyla birlikte Barış Derneğinin yönetiminde oldukları için yargılanmış ve 12 Eylül den altı yıl sonra, 1986 da, kırk bir yaşında ecelinden önce ölmüştü.
Öldüğü gün mahşer yeriydi ortalık. Babaannem kuzusuna ağıtlar yakıyordu.
“Şu dağlardan haber gelsin,
yiğit yavrum gel nerdesin?
Anan karaları giydi, güzel yavrum gel nerdesin?
Haberlerin duymaz oldum,
ellerine değmez oldum,
anan ciğerin dağladı, yiğit kuzum sen nerdesin?
Sadece anan mı ağlar?
Eşin dostun sana yanar, anan ölsün yollarına,
gel aslanım sen nerdesin? ”

Oy! Dedim. Oy!
Gün gibi kulağımda o ağırlar…

Kendimi bu düşüncelerden arındırmalıydım. O dönemi gözümün önüne bile getirmek istemiyordum.
Yüzümü yıkamak için lavabonun yanına geldim. Ama ne yapsam da bilinçaltım izin vermiyordu, bize yaşatılan zulümlerden sıyrılmama.

12 Eylül’ü düşündüm. O iğrenç geceyi ve iğreti Evren’in öncülüğünde gerçekleşen darbeyi ve ertesi geceleri!
Babam darbe gecesi gözaltına alındıktan bir ay sonra serbest bırakılmış hemen ardından, Barış Derneği davasından hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştı. Babam teslim olmayacaktı. Sivil polisler her gece evimize baskın düzenliyor, annemi ve biz küçücük dört kız çocuğunu acımasızca sorguya çekiyor, ağır kelimeler sarf ederek onurumuzla oynuyorlardı. Eve gelen asık suratlı sivil polis, kız kardeşim Asel’in elinden tutup lavabonun yanına götürdü. Kardeşim beş yaşlarında bir kız çocuğu. “Söyle bakalım baban bu lavabonun altında mı saklanıyor?”
Kız kardeşim ağlamaya başladı; “Benim babam kocaman adam, sizden de büyük, sığmaz ki o lavabonun altına!” Dedi. Aklı sıra kardeşimi şaşırtacak ve babamın kaldığı yeri söylemesini sağlayacaktı. Devrimci çocukları doğduğu gün bilir, ispiyoncu olmamayı, insan satmamayı.
Evet beş yaşındaki bir kız çocuğunun verebileceği en güzel yanıttı. 12 Eylül’de bedel ödeyen devrimciler, öyle büyüktü ki hepiniz çok korkmuştunuz. Bu nedenle beş yaşındaki çocuğa bile sormuştunuz İsmail Hakkı Öztorun’u.

Zindanlarda büyük bedel ödedin baba. Korktular sizlerden. Ulusumuzu aydınlık yarınlara taşımak için verdiğiniz mücadelelerden korktular. İşçi sınıfının, köylünün, fakirin hakkını sorduğunuz için korktular. Hırsız ve soysuz olmadığınız için korktular.

Her gece evimize yapılan baskınlarda, namluyu dört kız çocuğuna doğrulttuğunuz gecelerdeki soğuk yüzünüz, zemheri kıştan beterdi. 14 yaşındaki ablamı, babama karşılık Mamak emniyetine götürme çabanız, puslu gecelerin çakalına kesmiş suratlarınızla, ona ne yapmak istediğinizi, anneme ballandırarak anlatmanız ve annemin kartal olup, kuzgunların elinden yavrusunu alma mücadelesini ömrüm boyunca unutmayacağım. O polislerin ve amir olduğunu söyleyen kişilerin yüzünü gün gibi hatırlıyorum.

12 Eylül darbe, acı, hasret, zindan ve ölümler getirdi.
Kenan Evren’in onayı ile yaşı tutmayan gencin bir gecede yaşını büyütüp idam ettikleri, nice yiğitlerin işkence tezgâhlarından geçtiği kara tarih olarak hafızalarda kalacaktır.
Babam ve dava arkadaşları yurtsever, barışı savunan, her türlü savaşa ve totaliter sistemlere karşı, birbirinden donanımlı aydın insanlardı. BARIŞ onların ilkesiydi.

“Ulusal bağımsızlık, hiçbir gücün hiçbir ulusun buyruğuna peşkeş çekilemez. Ulusal bağımsızlık, Türk ulusunun ve onun bir bireyi olan bizlerin künyesine kazınmış namusudur.” diyen babamı, vatan peşkeşçisi kompradorlar sevmeyecekti ve tabi ki yargılayacaklardı. Kötünün bam teline dokunmuşlardı.
Savaş çığırtkanlığı yapıp, savaşı ticari rant haline getiren insanların ve emperyalist ülkelerin işine gelmezdi böyle düşünen insanlar.

Tarih yüz yılda geçse kötüyü yargılar ve unutmaz.

12 Eylül’ü kimse unutmadı unutmayacak. O dönem askeri mahkemelerde tek tip elbiselerle yargıladığınız insanlar, bu acıyı hak etmiyordu. Unutmayın ki kestiğiniz ulu çınarların fidanları da fidan vermeye durdular. Çoğalıyoruz ve nesilden nesile aktarıyoruz zalim darbenizi.

Tüm gün bu düşüncelerden sıyrılamamıştım. Saate baktım. İşte tam bu saat dedim. 12 Eylül gecesi…
Onu alıp götüreceklerdi. Babamızı bilinmeyene götüreceklerdi. Babam hiç telaş etmedi ve anneme seslendi; “Necla, en güzel kıyafetimi getir. Ölüme de sorguya da dimdik çıkmak istiyorum. Korkma ve endişe duyma kötü olan bir şey yapmadım ulusumun şerefini kendi şerefim saydım.” deyip, bizi tek tek öptü. Babamı alıp götürdüler.

Arkasından baka kaldım. O dönem çok insan işkencelerden geçip zindanlarda yattı. Onlar mahpusta yatarken, bu zulmü yaşatanlar emin olun kendi vicdanlarının mahpusunda müebbet kalacaklar.
Babamın fotoğrafını elime aldım. Göremedin canım babam, senin öldüğün yaşa geldiğimi. Hissedemedin torun sevgisini, Genç yaşta alıp götürdü seni bizden zindanların rutubeti. Keşke ben ölseydim senin yerine. Çok özledim seni.
Elimi tuttuğunda minik adımlarla oyalanarak yürürdüm. Sende tebessüm ederek, yorma beni hadi demelerini özledim. Senin kucağında uykuya dalmayı özledim. Senden gelen mektupları, ellerin değdi diye koklamayı özledim. Çocukken, Alâddin’in sihirli lambasından çıkıp, zindanlara sessizce girip, seni görmeyi ve zalimlerin elinden kurtarmayı hayal ederdim. ÖZLEDİĞİM SENDİN BABAM. BEN SENİ ÇOK ÖZLEDİM.

Tüm dostların seni sevgiyle anıyor. Sen Çukurova  çocuğuydun. Geçmişini inkâr etmeyip, dedemle nenemin işçi ve yoksul halleri ile seni yetiştirdiklerinden bahseden gönlü zengin babam, rahat uyu.
İyi ki babamsın. Dört çocuğunu merak etme herkes benim yazılarıma sahip çıkıyor. Herkes bana kol kanat geriyor. Çünkü biliyorlar barışa ve aydınlığa adanmış bir yaşamın çocuğu olduğumu.

AYÇA ÖZTORUN

HALAMIN BABAMA AĞIDI

Şu kalenin başı dölek

Yağar yağmur olur gölek

Birden bire nasıl vurdun

Gadasını aldığım felek

Karşıda resmin takılı

Cebinde mendil sokulu

Hakkı küçük adam değil

Battal ağanın torunu

Dört tane var kuzusu

İçerden çıkmaz sızısı

Ağlamayın kurban olam

Bu da alnınızın yazısı

Şunları nasıl edeyim

Anam karı, babam koca

Kurban olduğum babam oğlu

Okuyup da olmuş hoca

Gazetelere basılmış yazısı

Var mıydı senden güzel

Mecliste konuşma yapık

Söylemişler değmiş nazar

Vardımıdı mezarına

Nurlar değmiş üzerine

Dergisini tez gönderin

Selam söylen yazarına

Alnında kara kekili

Bende koymadın akılı

Ben bir aslanı kaybettim

Adana Milletvekili  (RAHİME ÖZTORUN TOKUŞ)

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.